Wednesday, October 24, 2018

Koşu mesafesi önemsizmiş, bravo!



Fatih Terim'in maç öncesi sadece iki opsiyonu vardı. Ya Donk'u stopere çekip Maicon - Donk ikilisini oynatacak ve orta sahada Selçuk - Ndiaye olacak... Ya da stoperde ilk kez bir Şampiyonlar Ligi maçına çıkacak olan 18 yaşındaki Ozan'a güvenip orta sahada Donk'u kullanacaktı. Yani 33 yaşındaki Selçuk veya 18 yaşındaki Ozan arasında bir tercih yapması gerekiyordu. Bence doğru tercih Ozan ile olandı ve eğer Selçuk oynasaymış maç sonu görüyoruz ki; müsabaka Galatasaray ceza sahası çevresinde geçermiş.

Bence bir ihtimal daha vardı ama Terim bugüne kadar hiç denemediği için beklemiyordum. Şenol Güneş zaman zaman Adriano'yu merkez orta saha olarak kullanabiliyor. Galatasaray'da Adriano'ya çok benzer bir oyuncu olarak Mariano var ve dörtlü savunma önünde Donk, onun önünde de Ndiaye ve Mariano ile sağ kanatta da Sinan yerine Belhanda ile de başlanabilirdi. Bu, Mariano'nun teknik becerileri sayesinde Galatasaray'ın biraz daha iyi oyun kurmasını sağlayabilirdi, topa daha çok sahip olunabileceği için daha az baskı yenmesini sağlayabilirdi ama totalde oyun kalitesinde çok büyük bir  değişim yaşanmazdı. Maç sonu görüyoruz ki; Galatasaray'ın oyun kalitesinin "Ahmet oynamasın yerine Mehmet oynasın" diyerek aman aman değişecek bir tarafı yok. Topyekun bir fiziksel yetersizlik söz konusu ve bunu kenar hamlelerle değiştirmek mümkün değil. Bu fiziksel yetersizliğin sebebi nedir onu bilmiyorum. Yaz kampının çok kötü geçirildiğine dair yazılarım mevcuttu ancak artık Kasım ayına geliyoruz ve bir ilerlemenin olması gerekirdi. 

TEDESCO DERSİNE İYİ ÇALIŞMIŞ

Sadece fiziksel açıdan değil, taktik açıdan da çok başarılı bir Schalke 04 vardı sahada. Galatasaray'ın zayıf karnı çok iyi tespit edilmiş! Bursaspor maçı çok iyi incelenmiş ve Ozan ile Maicon'un sağına, soluna, ortasına derin topların atıldığı takdirde çok kolay pozisyonların bulunacağı görülmüş. Bu iki stoperin de ilk adımı ağır ve sürekli olarak Embolo ile Konoplyanka bu ikilinin her tarafından girdi, çıktı.

Daha sonra Fatih Terim, stoperi üçleyerek araya sızmaları daha aza indirmeye çalıştı. Bu belki Embolo ve Konoplyanka'nın koşu alanları daralttı ama bu ikiliye atılan pasların sayısını da arttırdı. Zira orta saha zaten geçirgendi ve oradan bir kişiyi daha çıkarınca hakimiyet tamamen kaybedildi. Üçlü savunma ayrıca Galatasaray'ın oyun merkezini de geriye çekti ve Galatasaray oyunu kendi sahasında kabullenmeye başladı.

Schalke her anlamda maçı haketti ama Embolo gibi berbat bitiriciliğe sahip bir golcüleri var. Ofsayttan attığı golü bile kaçırmayı başaracaktı. O ofsayt golü öncesindeki 10-15 dakikada Galatasaray'ın fişini tamamen çekmişlerdi. O dakikalarda maçı izlerken, bir önce önce orta sahaya takviye gelmesi gerektiğini düşünüyordum. Tabi Terim de düşünüyordu bunu ve golün ofsayt olması büyük bir şanstı. Sonra gelen takviye ile o 15 dakikada golün geleceği bariz olan baskı biraz daha azaltılabildi.

Embolo'nun kötü bitiriciliğine bu maç Konoplyanka da eşlik etti. Net pozisyonlarda Muslera'nın üzerine şutlar çektiler. Muslera da 2015 yılından itibaren en iyi maçını oynadı ve belki mucize denebilecek bir puan böyle geldi.

TOPA SAHİP OLMAK MI YOKSA KOŞMAK MI?

Şimdi bizim az bilen, çok fikir sahibi olan bazı yorumcular zaman zaman topa sahip olma oranının, zaman zaman da koşu mesafesinin önemsiz olduğuna dair bazı üfürmelerde bulunurlar. Efendim bazen Barcelona - Celtic maçını örnek gösterirler, derler ki "Barcelona 1000 pas yapmış, Celtic yenmiş. Pas mas hikaye." Bazen de derler ki, "Şampiyonlar Ligi'nde istisnalar hariç en çok koşan takımlar zayıf, en az koşanlar güçlü demek ki maharet topu koşturmakta..." Bunların ikisi de yetersiz bilgiyle üretilmiş sığ fikirlerden doğan beylik laflar. İkisini de çöpe atabilirsiniz.

Bundan 2-3 sene önce bu konuyla çok ilgilenmiştim. Şampiyonlar Ligi koşu mesafeleri ve topa sahip olma oranlarını maç maç takip eder ve bu konuyla ilgili bilgi sahibi adamların yazılarını okurdum. Evet şimdi işin özüne gelelim.

Şampiyonlar Ligi'nde PSG gibi, Barcelona gibi çok az koşan büyük takımlar var ama topa sahip olma oranında da zirvedeler. Topa sahip olma oranınızı bu kadar yüksek tutup, istikrarlı bir biçimde oyuna hakim olmak üç günde, üç ayda olacak bir iş değil. Pep Guardiola bile, 540 milyon euroluk transfer harcamasından sonra, City'e bunu oturtabilmek için 2. senesini beklemek zorundaydı. Yerel bazda bunu yapabilen Başakşehir'de de 4-5 yıl geçmesi gerekti ve ancak 30 küsur yaşındaki tecrübeli ama enerjisi düşen oyuncularla bunu yapabiliyorlar.

Barcelona kadar, PSG kadar topa sahipseniz evet çok fazla koşmadan da kazanabiliyorsunuz. Peki siz Busquets'e, Verratti'ye, Rakitic'e, Messi'ye, Neymar'a sahip misiniz? Hayır mı? O zaman koşmaya başlasanız iyi olur çünkü ezilirsiniz. Öte yandan Barcelona ve PSG de kendi hedefleri için zaten az koşuyor! Bu takımlar potansiyellerine rağmen bir süredir Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final, son 16 turunda falan eleniyorlar. Bu takımların kadro kalitelerinin ölüsü zaten son 16 turu oynar. Dolayısıyla eldeki malzeme göz önüne alındığında örnek gösterilecek takımlar bunlar değiller.

Şampiyonlar Ligi'nin en çok koşan takımları BATE Borisov gibi küçük takımlar ve Alman takımları olur genelde. Zira müthiş ayaklara sahip değillerdir ve topu çok iyi koşturan takımları kovalarken çok koşarlar. Mümkün olduğunda açık kapatmak için, mümkün olduğunca pas kanalını kapatmak için koşturup dururlar BATE gibi takımlar. Onlar da topa sahip olamadıkça hamal gibi koşacaklar. Gel gelelim Alman takımları biraz topla da üretebilince liginde 16. da olsa Şampiyonlar Ligi'nde böyle olabiliyorlar.

Bu işin örnek alınacak tarafı; hem koşan, hareketli, hem de topa sahip olan, yetenekli takımlar yaratabilmekte. Yani top sizdeyken kolay kolay kaptırmayan, top rakipteyken de geri kazanmak için koşup pres yapan bir takım olabilmek maharet. Liverpool gibi... Liverpool'da Barcelona'daki kadar veya PSG'deki kadar büyük oyuncular ve paralar yoktu ama onları geçtiler. Biri 222'ye Neymar'ı alırken, diğeri 42'ye Salah'ı alabildi ve Salah'ı alan, koşa koşa geçti PSG'yi! Demek ki koşmamakta da pek övülecek bir durum yok.

Bizim yorumcular tabi olaya hakim değil. Bilgisi yok ama fikri var. Yaptıkları şuna benziyor. Araba motorunu söküp, "Ya bu somun bir şeye yaramıyor herhalde" deyip atmak... Araba o somunu söktüğünüzde çalışmaya devam edebilir, gözle görülen bir değişim de olmayabilir ama bir süre sonra motor çökebilir. Kendilerinin algılayamadıkları bir olguyu, işe yaramaz görmeleri böyle bir cahil cesareti ile açıklanabilir ancak.

FATİH TERİM BİLMİYOR MU?

Gel gelelim Fatih Terim koşu mesafesinin önemini çok iyi biliyor. Çoğu büyük teknik adamın bildiği, sık sık değindiği üzere Terim de biliyor. Fakat Terim'i, hatalı tutulan veriler yanıltmış olabilir.

Süper Lig'de de, Şampiyonlar Ligi'nde olduğu gibi koşu mesafesi istatistiklerine özellikle dikkat ediyorum. Süper Lig'de koşu mesafesi istatistiği, sadece yayıncı kuruluş tarafından veriliyor ve istedikleri maçta kullanıyorlar. O maç dışında hiçbir yerde yayınlamıyorlar. Adeta gizliyorlar. Dikkat ediyorum hangi maçın verisini paylaşsalar, bizim Süper Lig'in koşu mesafesi ortalaması, Şampiyonlar Ligi koşu mesafesi ortalamasının üzerinde çıkıyor!

Yahu Süper Lig'de topun sahada kalma süresi, Şampiyonlar Ligi'ne oranla yaklaşık 10 dakika daha düşük! Nasıl olur da Süper Lig koşu mesafesinde Şampiyonlar Ligi'ni geçer? Hadi tempoyu geçtim. Tempoda Anadolu takımları Şampiyonlar Ligi takımlarıyla eşit diyelim. Yahu 10 dakika az oynayarak nasıl geçiyorsun?

Belli ki Şampiyonlar Ligi koşu mesafelerini ölçen şirket ile Süper Lig'i ölçen farklı. Bizim adı Süper olan, kendi balon gibi içi boş şişirilen ligimizde yorumcular tarafından da sürekli tekrarlanan 'marka değeri' gereğince bu rakamlar da balon gibi şişiriliyor olabilir.

Dikkat çeken noktalardan biri daha da şu. Süper Lig'de koşu mesafeleri statlara konan bir kamera tarafından ölçülüyor. Oyuncunun formasına veya kramponuna bir çip falan takılmıyor. Stadı küçük olan takımların, büyük stadı olan takımlara göre daha çok koşması dikkat çekiyor. Örneğin Alanyaspor gibi, Rizespor gibi tek katlı stada sahip olan takımlar daha çok koşuyor! Sebebi şu olabilir mi? Kamerayı yeterince yükseğe koyamazsanız, uzak kanattaki oyuncuların koşusunu hesaplayamaz! Perspektif gereği o oyuncuların koşuları fazla fazla hesaplanıyor olabilir!

Buradan şuraya geleceğim. Galatasaray ilk Şampiyonlar Ligi müsabakası olan Lokomotiv Moskova maçına çıkmadan önce Fatih Terim basın toplantısında "Koşu mesafemizi de 111 km'ye çıkardık. Şampiyonlar Ligi seviyesine geldik. Bu sevindirici" dedi! 4 gün sonra Lokomotiv Moskova maçı oynandı UEFA bir açıkladı, Galatasaray 101 km koşmuş! Tam 10 km'lik bir fark! Topun oyunda daha çok kaldığı bir müsabakada hemde!

Ben Fatih Terim veya Galatasaray yöneticileri yerinde olsam bu konunun üzerine gider, araştırırım. Eğer hatalı bilgi sağlanmışsa da dava açarım.