Wednesday, October 24, 2018

Koşu mesafesi önemsizmiş, bravo!



Fatih Terim'in maç öncesi sadece iki opsiyonu vardı. Ya Donk'u stopere çekip Maicon - Donk ikilisini oynatacak ve orta sahada Selçuk - Ndiaye olacak... Ya da stoperde ilk kez bir Şampiyonlar Ligi maçına çıkacak olan 18 yaşındaki Ozan'a güvenip orta sahada Donk'u kullanacaktı. Yani 33 yaşındaki Selçuk veya 18 yaşındaki Ozan arasında bir tercih yapması gerekiyordu. Bence doğru tercih Ozan ile olandı ve eğer Selçuk oynasaymış maç sonu görüyoruz ki; müsabaka Galatasaray ceza sahası çevresinde geçermiş.

Bence bir ihtimal daha vardı ama Terim bugüne kadar hiç denemediği için beklemiyordum. Şenol Güneş zaman zaman Adriano'yu merkez orta saha olarak kullanabiliyor. Galatasaray'da Adriano'ya çok benzer bir oyuncu olarak Mariano var ve dörtlü savunma önünde Donk, onun önünde de Ndiaye ve Mariano ile sağ kanatta da Sinan yerine Belhanda ile de başlanabilirdi. Bu, Mariano'nun teknik becerileri sayesinde Galatasaray'ın biraz daha iyi oyun kurmasını sağlayabilirdi, topa daha çok sahip olunabileceği için daha az baskı yenmesini sağlayabilirdi ama totalde oyun kalitesinde çok büyük bir  değişim yaşanmazdı. Maç sonu görüyoruz ki; Galatasaray'ın oyun kalitesinin "Ahmet oynamasın yerine Mehmet oynasın" diyerek aman aman değişecek bir tarafı yok. Topyekun bir fiziksel yetersizlik söz konusu ve bunu kenar hamlelerle değiştirmek mümkün değil. Bu fiziksel yetersizliğin sebebi nedir onu bilmiyorum. Yaz kampının çok kötü geçirildiğine dair yazılarım mevcuttu ancak artık Kasım ayına geliyoruz ve bir ilerlemenin olması gerekirdi. 

TEDESCO DERSİNE İYİ ÇALIŞMIŞ

Sadece fiziksel açıdan değil, taktik açıdan da çok başarılı bir Schalke 04 vardı sahada. Galatasaray'ın zayıf karnı çok iyi tespit edilmiş! Bursaspor maçı çok iyi incelenmiş ve Ozan ile Maicon'un sağına, soluna, ortasına derin topların atıldığı takdirde çok kolay pozisyonların bulunacağı görülmüş. Bu iki stoperin de ilk adımı ağır ve sürekli olarak Embolo ile Konoplyanka bu ikilinin her tarafından girdi, çıktı.

Daha sonra Fatih Terim, stoperi üçleyerek araya sızmaları daha aza indirmeye çalıştı. Bu belki Embolo ve Konoplyanka'nın koşu alanları daralttı ama bu ikiliye atılan pasların sayısını da arttırdı. Zira orta saha zaten geçirgendi ve oradan bir kişiyi daha çıkarınca hakimiyet tamamen kaybedildi. Üçlü savunma ayrıca Galatasaray'ın oyun merkezini de geriye çekti ve Galatasaray oyunu kendi sahasında kabullenmeye başladı.

Schalke her anlamda maçı haketti ama Embolo gibi berbat bitiriciliğe sahip bir golcüleri var. Ofsayttan attığı golü bile kaçırmayı başaracaktı. O ofsayt golü öncesindeki 10-15 dakikada Galatasaray'ın fişini tamamen çekmişlerdi. O dakikalarda maçı izlerken, bir önce önce orta sahaya takviye gelmesi gerektiğini düşünüyordum. Tabi Terim de düşünüyordu bunu ve golün ofsayt olması büyük bir şanstı. Sonra gelen takviye ile o 15 dakikada golün geleceği bariz olan baskı biraz daha azaltılabildi.

Embolo'nun kötü bitiriciliğine bu maç Konoplyanka da eşlik etti. Net pozisyonlarda Muslera'nın üzerine şutlar çektiler. Muslera da 2015 yılından itibaren en iyi maçını oynadı ve belki mucize denebilecek bir puan böyle geldi.

TOPA SAHİP OLMAK MI YOKSA KOŞMAK MI?

Şimdi bizim az bilen, çok fikir sahibi olan bazı yorumcular zaman zaman topa sahip olma oranının, zaman zaman da koşu mesafesinin önemsiz olduğuna dair bazı üfürmelerde bulunurlar. Efendim bazen Barcelona - Celtic maçını örnek gösterirler, derler ki "Barcelona 1000 pas yapmış, Celtic yenmiş. Pas mas hikaye." Bazen de derler ki, "Şampiyonlar Ligi'nde istisnalar hariç en çok koşan takımlar zayıf, en az koşanlar güçlü demek ki maharet topu koşturmakta..." Bunların ikisi de yetersiz bilgiyle üretilmiş sığ fikirlerden doğan beylik laflar. İkisini de çöpe atabilirsiniz.

Bundan 2-3 sene önce bu konuyla çok ilgilenmiştim. Şampiyonlar Ligi koşu mesafeleri ve topa sahip olma oranlarını maç maç takip eder ve bu konuyla ilgili bilgi sahibi adamların yazılarını okurdum. Evet şimdi işin özüne gelelim.

Şampiyonlar Ligi'nde PSG gibi, Barcelona gibi çok az koşan büyük takımlar var ama topa sahip olma oranında da zirvedeler. Topa sahip olma oranınızı bu kadar yüksek tutup, istikrarlı bir biçimde oyuna hakim olmak üç günde, üç ayda olacak bir iş değil. Pep Guardiola bile, 540 milyon euroluk transfer harcamasından sonra, City'e bunu oturtabilmek için 2. senesini beklemek zorundaydı. Yerel bazda bunu yapabilen Başakşehir'de de 4-5 yıl geçmesi gerekti ve ancak 30 küsur yaşındaki tecrübeli ama enerjisi düşen oyuncularla bunu yapabiliyorlar.

Barcelona kadar, PSG kadar topa sahipseniz evet çok fazla koşmadan da kazanabiliyorsunuz. Peki siz Busquets'e, Verratti'ye, Rakitic'e, Messi'ye, Neymar'a sahip misiniz? Hayır mı? O zaman koşmaya başlasanız iyi olur çünkü ezilirsiniz. Öte yandan Barcelona ve PSG de kendi hedefleri için zaten az koşuyor! Bu takımlar potansiyellerine rağmen bir süredir Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final, son 16 turunda falan eleniyorlar. Bu takımların kadro kalitelerinin ölüsü zaten son 16 turu oynar. Dolayısıyla eldeki malzeme göz önüne alındığında örnek gösterilecek takımlar bunlar değiller.

Şampiyonlar Ligi'nin en çok koşan takımları BATE Borisov gibi küçük takımlar ve Alman takımları olur genelde. Zira müthiş ayaklara sahip değillerdir ve topu çok iyi koşturan takımları kovalarken çok koşarlar. Mümkün olduğunda açık kapatmak için, mümkün olduğunca pas kanalını kapatmak için koşturup dururlar BATE gibi takımlar. Onlar da topa sahip olamadıkça hamal gibi koşacaklar. Gel gelelim Alman takımları biraz topla da üretebilince liginde 16. da olsa Şampiyonlar Ligi'nde böyle olabiliyorlar.

Bu işin örnek alınacak tarafı; hem koşan, hareketli, hem de topa sahip olan, yetenekli takımlar yaratabilmekte. Yani top sizdeyken kolay kolay kaptırmayan, top rakipteyken de geri kazanmak için koşup pres yapan bir takım olabilmek maharet. Liverpool gibi... Liverpool'da Barcelona'daki kadar veya PSG'deki kadar büyük oyuncular ve paralar yoktu ama onları geçtiler. Biri 222'ye Neymar'ı alırken, diğeri 42'ye Salah'ı alabildi ve Salah'ı alan, koşa koşa geçti PSG'yi! Demek ki koşmamakta da pek övülecek bir durum yok.

Bizim yorumcular tabi olaya hakim değil. Bilgisi yok ama fikri var. Yaptıkları şuna benziyor. Araba motorunu söküp, "Ya bu somun bir şeye yaramıyor herhalde" deyip atmak... Araba o somunu söktüğünüzde çalışmaya devam edebilir, gözle görülen bir değişim de olmayabilir ama bir süre sonra motor çökebilir. Kendilerinin algılayamadıkları bir olguyu, işe yaramaz görmeleri böyle bir cahil cesareti ile açıklanabilir ancak.

FATİH TERİM BİLMİYOR MU?

Gel gelelim Fatih Terim koşu mesafesinin önemini çok iyi biliyor. Çoğu büyük teknik adamın bildiği, sık sık değindiği üzere Terim de biliyor. Fakat Terim'i, hatalı tutulan veriler yanıltmış olabilir.

Süper Lig'de de, Şampiyonlar Ligi'nde olduğu gibi koşu mesafesi istatistiklerine özellikle dikkat ediyorum. Süper Lig'de koşu mesafesi istatistiği, sadece yayıncı kuruluş tarafından veriliyor ve istedikleri maçta kullanıyorlar. O maç dışında hiçbir yerde yayınlamıyorlar. Adeta gizliyorlar. Dikkat ediyorum hangi maçın verisini paylaşsalar, bizim Süper Lig'in koşu mesafesi ortalaması, Şampiyonlar Ligi koşu mesafesi ortalamasının üzerinde çıkıyor!

Yahu Süper Lig'de topun sahada kalma süresi, Şampiyonlar Ligi'ne oranla yaklaşık 10 dakika daha düşük! Nasıl olur da Süper Lig koşu mesafesinde Şampiyonlar Ligi'ni geçer? Hadi tempoyu geçtim. Tempoda Anadolu takımları Şampiyonlar Ligi takımlarıyla eşit diyelim. Yahu 10 dakika az oynayarak nasıl geçiyorsun?

Belli ki Şampiyonlar Ligi koşu mesafelerini ölçen şirket ile Süper Lig'i ölçen farklı. Bizim adı Süper olan, kendi balon gibi içi boş şişirilen ligimizde yorumcular tarafından da sürekli tekrarlanan 'marka değeri' gereğince bu rakamlar da balon gibi şişiriliyor olabilir.

Dikkat çeken noktalardan biri daha da şu. Süper Lig'de koşu mesafeleri statlara konan bir kamera tarafından ölçülüyor. Oyuncunun formasına veya kramponuna bir çip falan takılmıyor. Stadı küçük olan takımların, büyük stadı olan takımlara göre daha çok koşması dikkat çekiyor. Örneğin Alanyaspor gibi, Rizespor gibi tek katlı stada sahip olan takımlar daha çok koşuyor! Sebebi şu olabilir mi? Kamerayı yeterince yükseğe koyamazsanız, uzak kanattaki oyuncuların koşusunu hesaplayamaz! Perspektif gereği o oyuncuların koşuları fazla fazla hesaplanıyor olabilir!

Buradan şuraya geleceğim. Galatasaray ilk Şampiyonlar Ligi müsabakası olan Lokomotiv Moskova maçına çıkmadan önce Fatih Terim basın toplantısında "Koşu mesafemizi de 111 km'ye çıkardık. Şampiyonlar Ligi seviyesine geldik. Bu sevindirici" dedi! 4 gün sonra Lokomotiv Moskova maçı oynandı UEFA bir açıkladı, Galatasaray 101 km koşmuş! Tam 10 km'lik bir fark! Topun oyunda daha çok kaldığı bir müsabakada hemde!

Ben Fatih Terim veya Galatasaray yöneticileri yerinde olsam bu konunun üzerine gider, araştırırım. Eğer hatalı bilgi sağlanmışsa da dava açarım.

Sunday, January 28, 2018

Ndiaye ve Fernando'suz oyun

Fatih Terim, kendisinden önceki dönemde Galatasaray kadrosunun en büyük eksiği olan rotasyonu; içeriden yaptığı transferlerle zenginleştirdi ve 2. yarının ilk iki maçında çok sayıda eksiğe rağmen önemli galibiyetler aldı. Bu sırada çok sayıda pozisyona girebilen bir takım da yarattı. Galatasaray ilk yarıya göre biraz daha yüksek bir motivasyon ve özgürlüğün verdiği yaratıcılıkla oynuyor. Futbolcuyu mutlu hale getirebilirseniz sahada yaratıcılığı da artıyor ve bu durum girdiğiniz gol pozisyonu sayısına da direkt olarak yansıyor. Tam tersi baskı ise yaratıcılığı öldürüyor, sorumluluk aldırtmıyor ve kısırlaştırıyor. (Çok agresif, höt-zöt hocalara bakın, takımları hep kısır bir anlayışa sahip olur. (Tolunay Kafkas, Ziya Doğan, Osman Özköylü, Gattuso, Hagi vb) Fatih Terim'in yarattığı sinerji, oyunculara aşıladığı özgüven bu yaratıcılığı arttıran sebep. Terim de agresif bilinir ama önemli bir farkı oyuncusunun medya önünde değerini sürekli arttırmaya çalışır. Gelir gelmez, "Takım elbiseyle maça gidelim, alem şöyle bir Galatasaray görsün" demesi bundan. Tümer Metin'in kitabını okuyun, Terim için şöyle der. "Kendinizi çok değerli hissettirir. En güzel elbiseyi giymenizi, en güzel yemeği yemenizi ister, özgüveninizi hep yükseltir, sizi özel hissettirir ve el üstünde tutar" Tümer biliyorsunuz kulüp takımlarındaki performansından fazlasını Terim ile Milli Takımda vermişti.

Kayserispor maçında oynamayan Maicon, Fernando, Belhanda, Gomis tam olarak ilk yarıdaki takımın omurgasıydı. Osmanlıspor maçında ise Serdar - Fernando - Ndiaye - Belhanda ve Gomis yoktu. Neredeyse ilk yarıdaki ideal 11'in yarısı... Bu maçta eksiklikler daha çok hissedildi ama sadece Karcemarskas 3 tane kale sahası önünde penaltıdan daha kolay pozisyonları kurtardı. İki tane de ilk yarıda Tolga ve Feghouli boş kaleye gelen pasları es geçti. Tam 5 %100'lük pozisyon kaçmış. %90'lıkları falan hiç saymıyorum bile.

N'DİAYE'NİN VE FERNANDO'NUN YOKLUĞU

Galatasaray'da Kayserispor maçında Fernando'nun eksikliği o kadar hissedilmemişti çünkü Ndiaye'nin agresifliği, Selçuk'un pozisyon tutması onu fazla aratmadı ancak bu maçta hem Fernando hem de Ndiaye olmayınca defansif sertlik ve 2. bölgedeki pres kalitesinde normal olarak ciddi bir azalma oldu. Bu maç farka da gidebilirdi ama kalite olarak yine de eksiklik hissedildi.

Tudor'un parlattığı Tolga ve Terim ile yeniden çıkışa geçen Selçuk ve 4. isim olarak da Donk, Ndiaye ve Fernando ikilisinden biri olmadığında yerini doldurabiliyorlar ama ikisi olmadığında kalite düşüşü göze batıyor. Ndiaye kadar sert, çabuk ve sağlam bir presçi yanında olduğunda Selçuk'un ağırlığı göze batmıyor ve Fernando'yu aratmıyorlar. Öbür yanda Ndiaye olmadığında ise Fernando'nun yanında Tolga kadar mesafe kateden bir oyuncu onu aratmayabilir. İlk yarıdaki Gençlerbirliği maçında da Ndiaye yoktu ve o maçta da Fernando - Tolga ikilisi fena bir iş çıkarmamıştı.

Yani Galatasaray, Fatih Terim'in yaptığı iç transferler sayesinde Fernando - Ndiaye ikilisinden birinin yokluğunu karşılayabilir. Ndiaye giderse, Fernando'nun yanında Tolga o boşluğu doldurabilir. Selçuk - Donk ve Belhanda gibi alternatifler de olduğu için o bölgede rotasyon sıkıntısı olmaz. O yüzden Ndiaye satılırsa ben önce sol bek alınmasının Galatasaray için daha doğru bir karar olduğunu düşünüyorum.

NDİAYE SATILMALI MI?

Ndiaye çok beğendiğim bir oyuncu. Geçtiğimiz aylarda twitterda bir arkadaş "Fernando mu, Ndiaye mi Galatasaray için daha değerli" diye sormuştu. O dönemde Ndiaye hücumda yok, oyun kuramıyor diye eleştiriliyordu. Hatta Rıdvan Dilmen, "Bu Ndiaye neden oynuyor biri bana anlatsın" demişti. Ben twitterdaki bu soruya "Fernando kilit isim ama o paraya bulursun. Badou sanıldığından daha değerli" yazmıştım. Türkiye'de presin ne kadar değerli bir şey olduğunu anlamıyorlar. Bunun değerini anlamak için Avrupa futbolunu daha yakından takip etmek lazım.

Tutturmuşlar bir set oyunu... Pasör, ağır orta saha oyuncularına hak ettiğinden büyük değer biçiyorlar. Günümüz futbolu al gülüm ver gülüm oynanmıyor. Her geçen gün hızlanıyor. Bu hıza ayak uyduracak, rakibi bozacak, hazırlıksız yakalayacak oyunculara biçilen değer de her geçen gün artıyor. Set oyunu nedir? Büyük takımsan top sende olduğunda rakip kendi sahasına çekilir ve çekilen rakibin aralarında boşluklar bulmak için daha hızlı paslaşmalı veya driplinglerle, verkaçlarla rakibi delecek hücum şablonları yapman gerekir. Bu futbolun doğuşundan beri büyük takım ile küçük takım arasında her maç oynanır. Artık günümüzde kapanan takımlar çok daha iyi yardımlaşıyor, en zayıf takımlar bile 11 kişi topun arkasına geçip alan daraltmayı biliyor. Günümüzde oyun her geçen gün hızlanıyor ve oyun hızlandığında, presin yani top sizin ayağınızda değilken yaptıklarınızın değeri artıyor.

Artık kapanan ve yerleşmiş rakiplere değil, top ayağında olan rakiplere gol atmak daha kolay. Doğru yerde ve zamanda presi yapıp topu kazanınca rakibi eksik ve yerleşmemiş yakalama şansınız artıyor. Bu yüzden set oyununu iyi oynayandan ziyade presi iyi ve organize yapanların değeri artıyor. Pep Guardiola'nın sırrını herkes pas, sayısız pas olarak görür. Bence Guardiola'nın esas sırrı inanılmaz bir pres gücü yaratmasıdır. Dikkat edin Guardiola'nın takımları kaptırdığı topu geri kazanmada her zaman açık ara en iyi ekip olur! İngiltere kulüpleri de Kante'yi gördükten sonra ona benzer ne kadar oyuncu varsa sulanmaya başladılar çünkü değerinin ne kadar yüksek olduğunu anlamamak için ancak 80'lerin futbolundan kalmak ve Premier Lig'i takip etmemek gerekir. Yani bizim futbol yorumcuları gibi olmanız gerekir.

Şimdi Süper Lig'de Badou Ndiaye'ye yakın seviyede pres yapabilen bir futbolcu daha yok. Ndiaye başka bir klasmanda presi yüksek süratle yapıyor. Diğer futbolcular ise onun 1-2 sınıf altında bir pres kapasitesine sahip. Tolga da onlardan biri. Aralarında ciddi bir çabukluk ve hız farkı var. Ekseni etrafında Badou'nun hamleleri çok daha çabuk ve sert. Yere daha sağlam basıyor ve top kapma hamlesini daha becerikli yapıyor. Buna rağmen Tolga'nın da iyi olduğu ve bu sezon ciddi manada geliştirdiği özellikleri var.

Onlardan en önemlisi topsuz oyun bilgisi. Bugün yine merkez orta sahadan 40 metrelik bir koşu yapıp kale önünde boş kaleye kaçırdı. Bazen atıyor, bazen kaçırıyor bunlar olacak. O koşuyu Ndiaye oynadığı 17 maçta bir kere yapamadı ama Tolga onun yerine oynadığı iki maçta da yaptı. Bir Gençlerbirliği karşısında gitti gol attı, bir de bu maçta boş kaleye kaçırdı.

2. forvetler gol koşularını, bir mevki öne hamle ile yapabiliyor. Yani satranç tahtasını düşünün, forvet arkası veya kanatlarda oynuyorlar. Pozisyonun gelişimini sezip örneğin sağ kanattan arka direğe doğru koşu yapıp gol atıyorlar. Sağ kanattan - santrfora bir pozisyonluk sıçrama, 10-15 metrelik topsuz gol koşuları şahane olay... Yine forvet arkası oyuncu, santrforun arkasına önüne topsuz koşular atıp 2. forvet olabiliyor ama Tolga'nınki çok nadide. Merkez orta sahadan 30-40 metre topsuz koşu yapıp, satranç tahtasında 2 pozisyon birden atlayarak gole koşuyor. önce forvet arkası pozisyonuna ardından santrfor pozisyonuna kadar sıçrıyor. Bunu yapıp, iki pozisyon atlayarak forvetin arkasına, önüne girip gol atan-kaçıran futbolcu dünyada bile sayılı. Bu çok değerli ve nadir bulunan bir özellik. Bunun için çoğu insanda olmayan bir ciğer lazım. Bunu yine merkez orta sahadan 2. forvete dönüşebilen Khedira'da ve bu aralar Chelsea'de 5'linin solunda oynayıp sağ forvete koşu yapabilen Marcos Alonso'da görebiliyoruz. Herhalde arayıp tarasak da 10 tane isim zor buluruz. Tolga'nın bu özelliği çok değerli ve kullanılmalı. Öte yandan Tolga kendisini topa vurma becerisi olarak da çok geliştirdi. Bu sezon ceza sahası dışından attığı golleri söylemiyorum sadece... 10-15 metreden uzun atılan isabetli paslar da topa vurma becerisi gerektirir ve Tolga bunlarda da çok gelişti. Geçen seneki Tolga'nın üzerine koymuş bir futbolcu izliyoruz ve bu konuda Tudor'un da hakkını vermek lazım.

Tolga hiçbir zaman Ndiaye'de çabukluğu veremeyecek. Galatasaray kendi 2. bölgesini ilk devredeki kadar sağlam kapatamayacak. Galatasaray ligin ilk yarısında rakiplere kendi sahasında pas yapabilme imkanı vermiyordu. Ndiaye ile Fernando o kadar sağlam bir 2. bölge presi yapıyorlardı ki rakipler 3 saniyeden fazla topa basamıyordu. Bunu ilk yarıdaki 17 maçta sadece Beşiktaş yapabildi, diğer 16 takım yapamadı. Bu seviyede bir savunma gücü artık olmayacak. Bugün de Osmanlıspor'un Galatasaray 2. bölgesini çok daha rahat geçtiğini gördük ama Tolga başka özellikler sağlayacak. Belki Fernando - Tolga - Belhanda üçlüsü ile 4-3-3 imkanı doğacak.

Ben her zaman değerini bulan oyuncunun satılmasından yanayım. Hele oyuncu gitmek istiyorsa... Gitmek isteyen oyuncuyu tutsan bile gazı kaçmış kola gibi oluyor ve eski tadı alamıyorsun. Eğer Bayern, Real Madrid, Barcelona seviyelerinde bir takım değilsen değerini bulan ve gitmek isteyen oyuncuyu satmalı ve doğru scouting ile yerini doldurmayı denemelisin. Bugün Ndiaye'nin yeri kadro içinden oyuncularla da dolabilir ama daha gerekli olan sol bek pozisyonu kadro içinden çözülemiyor.

LATOVLEVİCİ NEDEN BU DURUMDA?

Bu arada benim Latovlevici hakkında yanılma nedenim de bu yukarıda belirttiğim konuyla direkt ilişkili. Latovlevici, büyük takım tecrübesi olan bir bek uzun yıllar Steaua Bükreş'te ligine hükmeden bir takımda, oyunu rakip yarı alanda oynamış. Hücum bindirmeleri, hücumda oyunu genişletme, doğru pozisyon alma gibi konuları çok iyi biliyor. Geçen sezon ayağı da çok iyiydi. O yüzden onun büyük takımlar için doğru profilde bir oyuncu olduğunu düşünüyordum. Atladığım konu, Latovlevici'nin çok ağır olması oldu. Oyunu biliyor, nereye gidecek, nereye atacak biliyor ama o kadar ağır ki, baskıyı yediğinde ondan kurtulup bir şeyler yapamıyor. Günümüz futbolunda ilk olarak yavaş oyuncu göze batıyor. Linnes'in oyun bilgisi ve tecrübesi Latovlevici'nin çok altında ama çabuk ve hata yaptığında, adamını kaçırdığında hızıyla yetişmeye çalışıyor. Bu sayede hataları bu kadar göze batmıyor. Ama top ayağındayken ağır kalan oyuncu spotları üzerine çekmiş oluyor. Statta 36 bin kişi varsa 36 bini de topun olduğu yeri izler. Top sende değilken boşalttığın alanı veya kaçırdığın adamı geneli göremez ve bu yüzden sorumluluk almadığın için veya uyuduğun için ıslıklanmazsın ama top ayağındayken sırıtıyorsan, ağır kalıyorsan bundan kaçamıyorsun. En çok göze sen batıyorsun ve bu durum Latov da yaşanıyor.

Galatasaray futbolcuları 4 aydır maaş almıyor. Ellerinden geleni yaptıkları Tudor döneminde de Terim döneminde de barizdi. Latov da ayrıca son 6 ayda iki kere ameliyat olmuş bir oyuncu. Bu oyuncuyu hem 4 ay maaşını vermeyip hem canın sıkıldıkça ıslıklamak tekniği taktiği geçtim canice bir davranış. Benim izlerken vicdanen canım acıyor. Ha toplanmış meydanda bir insanı onlarca kişi taşlamışsın, ha böyle işini yapan bir adamı binlerce kişi ıslıklamışsın. Ruhen ne kadar acı verici olduğunu düşünemiyorum. Bunu yapan insanlara 4 ay maaş verme ve iş yerinde bir hataları olursa böyle yuhala acaba ne hissederler. Yani işin teknik taktik boyutunu geçtim bu çok büyük bir vicdansızlık. Efendim Real Madrid de ıslıklıyor gibi örneklerin manası yok. Bu onlar da vicdansız demekten başka bir anlama gelmiyor. İngilizler ıslıklamıyor, bazı kültürler ıslıklıyor, bazı bizim gibi linççi, ahlaken çürümüş toplumlar ise ıslıklıyor.

Latov'un bireysel olarak sırıtmasının yanı sıra ilk devrede Yasin ve Selçuk'un ondan kopuk oynamasının da çok payı vardı. Zaten Mariano gibi çabuk ve yetenekli bir oyuncu değil. Baskı yediğinde topu kaçırıp, bir iki feyk atıp topu kurtaracak bir oyuncu değil. Bir de Yasin ve Selçuk top ona geldiğinde boşa çıkmayıp ondan hastalıklı gibi uzaklaşınca daha da göze battı. Bu yüzden de devrede doğru bir hamle ile riskli de olsa Selçuk - Belhanda değişikliği geldi.

Geçen hafta Belhanda'nın taktik gerekçelerle oynamadığını düşündüğümü yazmıştım. Belhanda kadar çok top kaybı yapan ve pozisyon disiplini olmayan bir 8 numarayı, Fernando gibi sağlam pozisyon tutan bir 6 numaran olmadan merkez ikilide dengelemek mümkün değil. O yüzden onun yerine, Belhanda kadar yetenekli olmasa da, Belhanda kadar dikine oynayamasa da çok daha az top kaybı yapan ve çok daha iyi bir pozisyon disiplinine sahip olan Selçuk'un oynaması normal. Fernando döndüğünde, Selçuk yerine hücumda daha yaratıcı, daha dikine topla kat edebilen ve daha hareketli Belhanda'nın oynamasını bekliyorum.

BELHANDA'YI KULLANMAK 

Belhanda on numara oynattığınızda farklı avantaj ve dezavantajlara sahip, 8 numara oynattığınızda da aynı şekilde farklı avantaj ve dezavantajlara sahip. Yani ne tam 8, ne de tam 10 diyemiyorsunuz.

8 numara oynadığında çok top kaybı yapması problem oluyor çünkü topu kaptırdığında önünde en az iki kanat ve bir forveti oyundan düşürmüş geride eksik yakalanmış oluyorsunuz. Bir 8 numaranın Belhanda kadar top kaybetme lüksü yok. Ancak bir 8 numaraya göre dikine pas ve driplingleri de oldukça etkili.

Öbür yandan bir 10 numara olarak oynattığınızda; hareketliliği ile arkasından gelenlere alan açması ve pres gücü avantaj sağlıyor. Forvet arkasındaki oyuncu bu kadar basınca rakibi çıkartmamak daha mümkün oluyor ama bir 10 numaraya göre son 2 haftada Feghouli'de gördüğümüz skorerlikten çok uzak. 2. forvet olmayı da bilmiyor, sırtı dönük top alıp oyun açmayı da.

O yüzden Belhanda biraz garip, spesifik bir oyuncu. Ona tam uyacak bir sistem yaratmadan bazen çok iyi, bazen çok kötü görünmeye devam edecek gibi.

2. yarı Belhanda oyuna girdiğinde de Galatasaray hücumda daha kolay pozisyona girebilen ama orta sahası da daha kolay geçilebilen bir takım oldu. Fatih Terim risk almaktan hiç çekinmiyor ve aldığı bu riskten de karlı çıktı.

DENAYER TERCİHİ

Son olarak Denayer'e değinip bitirelim. Kayserispor maçında ciddi hatalar da yaptı ama fiziksel olarak diri ve özgüveni iyi durumdaydı. Belli ki antrenmanlarda iyi çalışıyor ve Terim de formayı veriyor. Bugün Osmanlıspor santrforsuz çıkıp Aminu, Serdar gibi süratli - çabuk oyuncular ile kontra oynamayı denedi. Ona karşı da geniş alanda çabuk Denayer iyi bir önlem oldu. Serdar bence Galatasaray'ın savunma meziyetleri en iyi stoperi ama Maicon'un hem oyun kurma hem duran toplardaki ofansif değeri, Denayer'in de son dönemdeki çalışkanlığı onu kulübeye götürdü. Bu da güzel. Kadrodaki her oyuncuyu çalışmaya iten bir tercih.

Tuesday, January 23, 2018

Deplasman oyunu



Fatih Terim'in 3. dönemi sonrası Galatasaray'ın başına geçen teknik adamlar arasında, Roberto Mancini gibi, Tudor gibi iç sahada etkili futbol oynatmasına rağmen dış sahada başarısız olan isimler vardı. Bunun başlıca sebebi ligin dinamiklerine uzak olmalarıydı. Aynı dinamiklere Rijkaard da uzak olduğu için onun da deplasman karnesi sıkıntılıydı. Gelen çoğu yabancı hoca da bu sorunu yaşadı.

İlk yazmaya başladığım zamanlarda (2008'den beri devamlı yazıyorum 10 yıl olmuş) bu kalıplara çok karşı çıkardım. 'Ligi bilen futbolcu', 'ligi bilen teknik adam', 'ligin dinamikleri' bu kalıpları kullanan eski futbolcu yeni yorumcuları tiye alırdım. Misal "Rijkaard futbol devrimi yapmış, Barcelona diye bir canavarın doğumunu sağlamış bu adam senin dinamiğini neden öğrensin. Senin dinamiğini öğrenmesin, değiştirsin! Devrim yapsın. Zaten senin liginde öğrenilecek bir şey yok. Senin dinamik dediğin bataklık" falan diyordum ama böyle coğrafyalarda hayatta kalmak için bataklıkta yaşamayı da bilmek gerekiyormuş.

İspanya'da ve Şampiyonlar Ligi'nde şampiyonluklar yaşayan Rijkaard da, Premier Lig'de ve Serie A'da şampiyonluklar yaşayan Mancini de bu ligin dinamiklerini öğrenene kadar çok kan kaybetti ve ben de artık son 10 yılda gördüğüm onlarca örnekten sonra 'ligin dinamiklerinin, kültürü, dili vs bilmenin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. (Son dönemde Arap asıllı Müslüman oyuncuların daha kolay adapte olabilmesi de göze çarpıyor) Sadece büyük takımların deplasmanda maç kazanma kimliği için demiyorum bunu. Anadolu'da da defalarca görüyoruz. Daha düşük maliyetli ama ligin dinamiklerini, kültürünü bilen oyuncular; daha pahalı, yıldızlar topluluğu Anadolu takımlarını hemen hemen her seferinde geçiyor. Gelen yabancı futbolcular da kültüre uzaksa yukarıdaki yabancı hocalar gibi bocalayıp zaman kaybediyor. En yakın örnek Göztepe ve Antalyaspor. Göztepe tüm transferlerini ligi bilen oyunculardan yaptı ve lig başlar başlamaz yarışmaya hazırdı. Antalyaspor'u ise biliyorsunuz...

Fatih Terim'in tekrar getirilmeyeceğini düşündüğüm için Tudor'un gönderilmesine çok karşı çıktım. Çünkü Tudor'u gönderip herhangi başka bir yabancı teknik direktörü dün getirselerdi bugün yine %80 Kayserispor'un galibiyetini yazıyor olacaktım. Terim ise daha ikinci lig maçında Süper Lig'in bu sezon Anadolu'daki en zor deplasmanından 3 puanla çıktı.

TÜRKİYE'DE DEPLASMAN

Mancini ve Tudor gibi isimler deplasmanda neden çok puan kaybetti? Bence geçmişte çalıştıkları liglerde, takımlar arası güç dengesi yakın olduğu için. Deplasmanda beraberlik bunların liglerinde 'fena değil' gözüyle bakılabilen bir sonuç Türkiye'de ise öyle değil. Türkiye'de üç büyük takımın şimdilerde Başakşehir de eklendi ligini domine ettiğini senelerdir görüyoruz. Portekiz de böyle. Bu gibi liglerde "Deplasmandan beraberlik çok enseyi karartacak bir sonuç değil" diyemezsin. Takımlar 70 puanla şampiyon olamaz çünkü! Portekiz'de de üç büyükten birini çalıştırırsan diyemezsin. "Rio Ave deplasmanından bir puan iyi sonuç" diyemezsin. Türkiye de böyle. Fakat bu teknik adamlar çalıştıkları liglerde deplasman maçını her zaman çok gözünde büyütmüş. 'Rakibi nasıl durdururum' üzerine kafa yormuş.

Şunu unutmamak lazım. Yapılan bir başarılı defansif taktik bile senin bir adım geri atmana sebep olur. Satranç tahtasında bir savunma için, bir adım geri gitmek zorunda kalırsın ve ne kadar çok 'tedbir' rakibine o kadar çok 'üstüme gel' demek oluyor.

Tudor bu konuda dengesizleşmişti. Bu konuyla ilgili yönetimden telkinler alıyordu muhtemelen ve gidip Başakşehir maçına (hiç olmadık deplasmana) çift forvet, full hücum falan çıkıyordu orada fark yeyince, bu sefer Yeni Malatyaspor'a karşı kendi sahasında 8 defansif oyuncu ile bekleyerek oynuyordu. Aslında tam tersi gerekliydi ama son haftalarda maalesef şirazesi kaymıştı. Tabi buna Özbek yönetiminin basiretsizliği de sebep oldu. Fatih Terim kadar dominant ve tecrübeli aynı zamanda ligin bataklığında yüzmeyi iyi bilen bir teknik adam dışında hiçbir potansiyelli genç hoca bu Özbek yönetimi ile büyüyemeyecek gibiydi.

Artık maça geçelim...

FERNANDO YOKSA BELHANDA DA YOK

Fatih Terim Belhanda'yı neden yedek bıraktı? Bu sorunun cevabı, Fernando'nun eksikliği. Şöyle... Belhanda kendisini bir 10 numara değil, 8 numara olarak tanımlıyor ki bu bence doğru bir tanım. Top kontrol becerisi düşük olduğu için sırtı dönük top alamıyor bu yüzden de 10 numara pozisyonunda etkisizleşiyor. Öte yandan bir 8 numara için oldukça hareketli, oldukça yaratıcı paslar atabilen, mücadele de eden ama çok da top kaybeden bir oyuncu.

Selçuk ise en kötü döneminde bile 'topun değerini çok iyi bilen' bir orta saha oldu. Herkes yerden yere vururken ben biraz da bu yüzden oynatılmak zorunda olduğunu yazıyordum. Selçuk'un en iyi bildiği iş topu kaybetmemek. Bu maçta da doğru tercihti ve üstelik son dönemde de oldukça formdaydı yani sadece taktiksel açıdan değil form açısından da hakediyordu.

Belhanda çok kolay top kaybı yaptığı için orta ikilide 8 numara olabilecek bir oyuncu değil tamam bir 8 numara ama arkasında en azından Fernando gibi bir 6 numaraya ve yanında Ndiaya'ye gibi bir başka defansif meziyeti olan 8 numaraya ihtiyacı olan bir 8 numara. Yani en fazla 4-3-3'ün en ofansif merkez ortasahası rolünde, İniesta gibi oynayabilecek bir 8 numara...

Belhanda bu kadar çok top kaybı yaparken Ndiya - Belhanda ve önünde Feghouli üçlüsü kurulamazdı. Busquets - Xavi - İniesta örneği üzerinden gidelim. Selçuk bu örnekte Busquest rolünü de Xavi rolünü de oynayabiliyor. İniesta rolünü ise rakip kaleye yüzü dönük topla katedemediği için beceremiyor. Zaman zaman onu Melo - Hamit ikilisinin önünde en ofansif 8 olarak denediler ama bunu kıvıramadı çünkü Belhanda kadar hareketli, çabuk ve driplingle gidebilen bir oyuncu değil. Belhanda ise Selçuk gibi top saklayabilen, onun kadar iyi defansif pozisyon tutabilen bir oyuncu değil. Bu yüzden Belhanda da Selçuk'un oynadığı Busquets ve Xavi rollerini oynayamaz.

SELÇUK - NDİAYE - BELHANDA NEDEN OLMAZ?

Peki, Selçuk - Ndiaye ön çaprazında da en ofansif 8 olarak Belhanda neden olmaz? Bunu geçmiş yazılarımda sürekli belirtmeye çalışmıştım. Bu üçü olabilir ama kanatlarda Garry ve Yasin ile değil!

Son yazılarımdan birinde... "Gomis ile arkasındaki üçlü arasında (Belhanda - Ndiaye - Fernando) 40 metrelik bir kopukluk oluyor. Gomis bunlara top indirse indiremez, duvar olsa olamaz. Tabi bu sorun çözülebilir. Göbek oyuncuları forvete destek veremese de 4-3-3 veya 4-2-3-1 oynayabilir bir takım ama onların veremediği topsuz forvet koşusu desteğini kanatlar vermek zorunda kalır. Galatasaray'da o şekilde forvetleşebilecek bir kanat da yok! (Sinan Gümüş hariç) Feghouli Valencia'da bunu yapabiliyordu ama bu kondisyon ile hem kanat, hem forvet gibi topsuz hareketliliği gerektiren bir rolü üstlenmesi henüz mümkün değil."

Fatih hoca hem Yasin hem de Garry'nin formu nedeniyle her iki oyuncuyu da oynatma kararı aldı. Bu aynı zamanda sürekli kanatları kullanan Kayserispor adına da ofansif ve defansif bir önlem. Yasin ve Garry sürekli kenarlardan tehdit ettiği için Kayserispor bekleri eski maçlardaki kadar çıkamadı. Aynı şekilde Mariano ve Latovlevici de Kayserispor'un kanat gücü nedeniyle çıkamadılar. Sumudica devrede ilk hamle olarak sol bekini çıkarıp oraya Güray'ı koyarak akıllıca bir hamle yaptı. Neyse bu konuya aşağıda değiniriz...

Yasin ve Garry'ı çizgiye koyunca bunlardan Eren'in yanına 2. fovet koşusunu yeterince alamıyorsun o halde 2. forvet kim olabilir? Kondisyonu yetersiz de olsa Feghouli. Feghouli, Belhanda'ya göre santrfora daha yakın oynamayı bilen bir futbolcu ve bu yüzden Fatih hocanın maç öncesi planları bence çok doğruydu. Hem formda, formayı isteyen oyuncuları oynattı hem de bu oyuncuları bir arada en verimli kullanabileceği düzeni bulmuştu. O düzende de Belhanda'yı bu haftalık kesmesi gerekliydi.

İLK 30 DAKİKA

Bu bölümde harika bir Galatasaray izledik. Oyuncular maksimumunu verdi. Selçuk mükemmele yakın bir 30 dakika oynadı. Galatasaray topa sahip oldu ve Kayserispor'u dağıttı. Sonraki dakikalarda yorgunluklar göze çarptı ve ilk devre tamamlandı. Bu ilk 30 dakikada tabi Fatih Terim motivasyonundan bahsetmezken olmaz. Twitterda da değindim. Bizim toplumda kendisini zeki sanan insanların çok sevdiği bir argüman var. "Fatih Terim gaz veriyor başka bir şey bildiği yok" Gaz verme yani motivasyonu bu kadar basit bir iş sanıyorlar. İşte bu kendisini çok zeki sananların küçümsemeyi çok sevdiği 'motivasyon' takım sporlarında o kadar önemlidir ki, yeri gelir top aralarından geçmesin diye adamlar kafa kafaya çarpışır. (Deniz Türüç'ün ilk yarıda kullandığı frikikte Serdar Aziz ve Eren top aralarından geçmesin diye kafa kafaya çarpıştı) Bu yüksek konsantrasyon ve motivasyon ile oynatma işini her babayiğit beceremiyor. (Bence Sumudica'nın da fark yarattığı konu bu)

2. devreye Sumudica yukarıda bahsettiğim değişiklikle çıktı. İlk yarı Garry tüm gücünü kullanıp zaten atletik bir bek olmayan Atila'yı perişan etti. Bunun üzerine Sumudica sol kanat Güray'ı sol beke koydu ve bol bol hücuma çıkmasını istedi. Geride Garry'e çok boşluklar da verecekti ama artık maç 2-0 olmuştu ve bu riski almak zorundaydı.

2. yarının başında Garry'nın pasında Feghouli çok kolay sıfıra indi orada Güray o boşluğu verdi. Ve ön direkte Eren bomboştu. Arka direğe ise Yasin gelmekte geç kalmıştı. Feghouli normalde oyun görüşü çok yüksek bir futbolcu orada Eren'i görse maç 3-0 olacak ve Sumudica'nın Güray riski, belki maçı bitirecekti ama o gol olmadı. Sonrasında tamamen yorulan Galatasaray ipleri Kayserispor'a kaybedecekti. Güray geldikçe geldi zaten yorgun olan Garry kalan gücünü de onu takip ederken harcadı ve son yarım saatte gücü kalmadığı için birçok kontrayı da tamamlayamadı ama değişiklik hakkı da kalmadığı için Garry bitkin bir şekilde 90 dakika çıkarmak zorunda kaldı. Güray riski, Feghouli o pozisyonda Eren'i göremeyince Kayserispor lehine döndü ve Umut, Denayer'den kurtulduğu pozisyonlardan birinde golünü attı.

52'de gelen bu golden hemen sonra Kayserispor iştahlandı ve baskısını arttırdı. O dakikalarda ciddi yorgunluk belirtileri gösteren Feghouli ve Yasin'den birinin çıkıp, Galatasaray'ın en yüksek pres gücüne sahip oyuncusu Tolga'nın girmesi gerektiğini düşündüm. Bu düşüncemi tweet attıktan 10 saniye sonra da Fatih Terim Tolga'ya el attı ve Feghouli'yi çıkardı. Bu bence son derece doğru bir hamleydi.

YENİLİĞE KAPALI OLURSAN, REZİL OLURSUN

Bizim Kalu Bela'dan kalma yorumcular bu değişikliği hiç anlamamıştır ama Fatih Terim'den çekinip rezil olmaktan korktukları için yarın anlamadıklarını yazmazlar. Bu değişikliği bir yabancı hoca yapsa "Tolga gibi kazmadan 10 numara yaratmaya çalıştı cahil" diye yazıp kendi cehaletlerini ortaya koyarlardı.

Çünkü değişmez ezberleri; 10 numaraların klasik Brezilyalılar gibi çok yetenekli, az koşan, yaratıcı oyuncular olması üzerine. Futbol zamanla sürekli değişir ama bunlar takip etmez ve bu değişime adapte olamaz. O yüzden sık sık rezil olurlar ama Fatih Terim'e laf demeye de cesaret edemezler.

Efendim çok yetenekli olmasa da çok koşan bir orta saha oyuncusundan 10 numara yaratmayı ve bunu 4-2-3-1'de yaratınca 12 kişi oynama avantajını sanırım ilk çıkaran adam Jose Mourinho idi ve sonra bu taktik İngiltere'de meşhur oldu. 4-2-3-1'in 10 numarasına, bir Brezilyalı değil de box-to-box orta saha olan Lampard'ı koyunca Chelsea maçlarını 12 kişi oynamaya başladı. Lampard bitmek bilmeyen mesafe kat etme özelliği ile hücumda Drogba'nın yanında 2. forvet, savunma da orta sahada 3. oyuncu oluyordu.

Lampard'a bu rol o kadar çok yakıştı ki bir sezonunda Premier Lig'de 36 maçta 22 gol atıp 16 asist yaparak işin boyutunu değiştirdi. Bunu gören diğer menajerler başlarım yeteneğine deyip 4-2-3-1'in 10 numarasına box-to-box ortasaha oyuncularını koymaya başladılar. Bir ara Gerrard da bu roldeydi galiba...

Neyse Tolga'nın yapacağı ön alan baskısı, Kayserispor'un baskısını kıracak diye bekliyordum ve beklediğim oldu. Aslında oyundan düşen bir diğer kanat Yasin yerine Tolga'yı sokup, Feghouli'yi de sola çekebilirdi ama Feghouli'nin gücü Yasin kadar da kalmamıştı. Sonra da Yasin'i de çıkarıp Sinan'ı aldı zaten Fatih hoca.

TAKIM NEDEN ÇOK ÇABUK YORULDU?

Takımın çok yorgun olmasında kamptaki yüklemenin etkisi vardır ve bu kamp zorunluydu. Haziran ayında lig açan bir takımın ligin ortasında yorgunluklar ve sakatlıklar yaşaması normal. Fatih hoca bu konuda biraz Tudor'u suçluyor gibi görünüyor ama bence doğru bir eleştiri yapmıyor. Şuan ligde Galatasaray'dan daha diri kaç takım var?

BİREYSEL DEĞERLENDİRMELER

Son olarak bireysel değerlendirmelere geçelim.

* Kayserispor kanatları çok iyi kullandığı için normalde hücuma çıkmayı çok seven iki bek Mariano da Latovlevici de bu maçta fazla çıkamadı ve bunu yapmaları iyi de oldu. Hücumda etkisiz ama savunmada konsantreydiler.

* Galatasaray baskı yiyene kadar açık oyunda tek sırıtan oyuncu Denayer'di. Umut kendisine net üstünlük kurdu. Golü de attı ancak sonrasında, kapalı oyunda Denayer kenar ortaları iyi karşıladı. Gerçi son bölümde de bir hatası oldu, kafa topunu kaçırdı, Kayserispor bu pozisyonda penaltı bekledi. Bence takımın zayıf karnı olmaya devam ediyor.

* Sumudica veya Umut'un kendisi, daha sorunlu olan taraf Denayer olduğu için sürekli onun üzerine oynadı. Bu Kayserispor için akıllıca bir taktikti. Serdar ile kafa topuna çıkmaması gerektiğini biliyordu (Serdar'ın burnunu kırsan kulağıyla kafaya çıkar çünkü, Emre Aşık'tan sonra Galatasaray'da böyle bir stoper izlemek güzel) Bu yüzden sürekli Denayer'in üstüne oynadı.

* Ndiaye Badji'den aldığı hamleden sonra biraz sindi. Aynısı Türkiye Kupası maçında Tolga ile Emre Toraman arasındaki tartışmadan sonra olmuştu. Orada da Tolga sinmişti. Galatasaray ciddi manada Melo, Bülent Korkmaz gibi bir korkusuz lider arıyor. Serdar ikili mücadelelerde korkusuz ama bu işlere hiç bulaşmıyor, arkadaşlarını sahiplenecek kadar rütbeyi almadı henüz belki ilerleyen yıllarda... Maicon ve Fernando da agresif ve cesur karakterler ama Melo ve Bülent Korkmaz gibi takımı sahiplenen bir karakter olmaları lazım. Herhalde bunu Fatih hoca halleder. Birine bu rütbeyi vermesi gerek. Galatasaray'a yakışmıyor bu durum.

* Donk'u beğenmediğimi geçmişte çok yazmıştım. 2013-2015 arası Kasımpaşa maçlarını sürekli basın tribününden takip ettiğim için kendisini çıplak gözle çok izlemiştim. O dönemdede stoper oynadığında uyuduğunu, konsantrasyonunun çok kötü olduğunu, orta sahada da temposuz olduğunu hep yazmıştım. Fatih hoca çok temposuz olmasına rağmen dar alanda çok işe yarayabilen mükemmel fiziği ve oldukça iyi tekniği nedeniyle onu kazanmak istiyor ama Donk'un mentali maalesef çok sorunlu. Bu maçta da olmadık fauller yaptı. Yine de Selçuk bu kadar yorulmuşken ve elde başka alternatif yokken oyuna girmesi normaldi.